31 Aralık 2020 - Perşembe

TELEFON ÇALIYOR

Yazar - KÜBRA AVCI (Yazar)
Okuma Süresi: 9 dk.
KÜBRA AVCI (Yazar)

KÜBRA AVCI (Yazar)

-
Google News

Birkaç yıl sonra cep telefonlarının ellerimizde olmadığı yılları kimse hatırlamayacak. "Biz küçükken kimselerde cep telefonu yoktu" diyen son nesiliz.

Teknolojiden uzak, güvenli, mutlu çocukluk geçiren, tertemiz anılar biriktiren, özel yılların doyasıya tadını çıkartmış çocuklar. Çok oyuncağı olmayan, alamayan, bulamayan ama gerçek mutluluk için oyuncağa gerek duymayan, mutluluğun saklanmadığı, kolay bulunur olduğu zamanlardan kalan.

Mutluluk bizler için uyanabilmekti. Sobanın tavana vuran aleviydi. Sabah sobada kızarmış ekmeğin ve tepsideki katkısız tereyağının buluşmasıyla odayı kaplayan kokuydu. Bazen o ekmeklerin yerini. Portakal kabukları alır hoş kokulu doğal parfüm kokusu tüm evi sarardı. Hasta olunca ilacımız ıhlamur, nane ve limon ile yapılırdı. Ayağını sıcak tutmak karın ağrısına birebir gelen tavsiyeydi. Ninelerimiz sırf bu yüzden pamuk elleriyle bizlere patikler, süveterler örerlerdi. Atletsiz dışarı çıkılmazdı bu da hasta olmamak için iyi bir önlemdi.

Okuldaki kavgalarımız her sabah "Andımızı ben okuyacağım" diye başlar, galip gelen bangır bangır okurdu. Silgimiz bir kez kaybolursa, ipe geçirilir boynumuza asılırdı. Hepimiz aynı çocuklardık. Kimsenin kimseden üstünlüğü olmazdı, her çocuk aynıydı. Tek kusurumuz hasta olunca burnumuzun akmasıydı. Okula kendi başımıza giderdik. Başımıza gelebilecek felaket yoktu ki hiç uyarılar almadan sağ salim gider, aynı sağlamlıkta geri dönerdik. Öğretmenimizden korkar, sayar, severdik. Her dediğini yapar, kural bilirdik. En zeki ve akıllı insanlar öğretmenlerimizdi. Herşeyi bilirlerdi. Okul önlerinde veli görmek imkansızdı. Herhangi birisinin babası, annesi okul önünden bile geçerse çok ilginç bir durum gibi duyurusu yapılırdı. Velisi görülen öğrenci "kusur işledim de müdür müailemi çağırdı ?" diye okul bitene kadar kendine dert edinirdi.

En büyük ve önemli uyarımız, terli terli su içmemekti. Pedagog diye bir terim hiç duymamıştık. Psikolog ve psikiyatr terimleri ise anne babalarımızın evimize gelen komsularla konuşurken, kulağını çekip, üç kere tahtaya vurarak "şeytan kulağına kurşun, çok uzaklardaki falancanın çocuğu cinnet geçirmiş. Psikolojisi bozukmuş hastaneye yatırılmış “diye bahsettikleri, onları iyileştiren bir kahramandı. Ama bize çok uzaktı.

Hiç saate bakmazdık, zaten sadece sünnet olanlara alınırdı. Akşam ezanı tüm çocuklar için akşam eve dönme saatiydi. Gün içinde sokakta oynarken hangimizin annesi hazırladıysa onun getirdiği ekmek arasındaki yemek çamurlu ellerimizin arasından afiyetle midemize inerdi. Mikrop da kapmazdık, hasta da olmazdık. Sağlam çocuklardık. Mahallede güvenle saklambaç oynar hatta bulunmamak için en kuytu köşelere gönül rahatlığıyla saklanırdık. Misket, futbol, evcilik, taso, saklambaç, yakalamaca, şile, yakan top en meşhur oyunlarımızdı, onların uğruna bolca ter akıtılırdı. Düdüklü şeker en lüks alışverişimiz sayılırdı.

Bakkallarımızda zararlı bir şey olduğu da hiç kulağımıza çalınmadı. Tetris en teknolojik oyuncağımızdı, her evde de olmazdı. Pili bitmesinden korkardık, saatlerce elimizde olursa da sıkılırdık. Evlerimiz hiç insansız kalmazdı, her akşam ya bizim büyüklerimiz komşularda çay içer, biz çocuklarıyla oynardık. Ya komşularımız bizde olurdu bizim evde oynardık. Kimse gürültüden hayıflanmazdı. Duyulan neşe sesiydi ve kimse rahatsızlık duymazdı. Kimlerle kan, kimlerle can bağımız var ayrım yapmazdık. Komşularımız amca, hala, dayı, teyze olurlardı.

Mahallelerimize gelen yabancılar hemen araştırılır, iyi insanlarsa bağırlara basılır, kötü huylularsa barındırılmazlardı. Dolayısıyla hiç kötü insan olmazdı. Onlar sadece korku filmlerinde vardı. İhtiyaç sahibi aile varsa bile kimse anlamazdı. Evlerine en yakın oturanlar ve tanıyanları tarafından ihtiyaçları giderilir, sıkıntıları giderilir, rahat nefes aldırılırdı. Kendi evlerimiz kadar rahat girip çıktığımız bir sürü arkadaşımızın evi vardı. Her evin çocuğu sayılırdı her çocuk. Evlerdeki eşyalarda hemen hemen aynıydı. Kimsenin kimseden fazla dikkat çeken farklı eşyası olmazdı. Sahiplerini tercih etme zorluğuna bırakacak ve diğer evdeki insanları üzecek kadar çok seçenekli eşyalar yoktu. Cumartesi akşamları TRT'de askerler çıkıpta, İstiklal Marşı okuyana kadar televizyon izleme hakkımız olurdu. Pazar akşamları, soba, güğüm, kova, leğen, banyo kazanı, beyaz sabun pek aktif olur, banyo yapılırdı. Annelerimiz 5 gün boyunca giyilecek olan önlük ve yakalarımızı ütüleyip asmakla uğraşırdı. Bizimkiler dizisinin ortalarında tüm gün koşturup yorulan bedenimizin biten enerjisine yenik düşer yatağımıza girerdik.

Uyku sorunumuz olmazdı. Yorulurduk, yatardık ve uyurduk. Yemek yememek gibi bir sorunumuz da yoktu. Kimse bize " uçak geliyor bak bak bak, aç ağzını ham yap “demedi. Yersen doyarsın. Yemezsen aç kalırsın. Bu kadar basitti ve açlık hiç işimize gelmezdi. Tüm gün koşup oynayan bedenimiz yediğinde güçlenirdi bilirdik. Gelelim günümüzün çocuklarına. Hepsinin elinde tablet, telefon ve bilgisayar var. Genelde de teknolojik aletlerde oyun oynuyorlar. Ah bu teknoloji nereden de girdi çocuklarımızın hayatına.

Bütün gün ellerinde telefon, yürümüyorlar, konuşmuyorlar, sohbet etmeyi bilmiyorlar, spor yapmıyorlar, ev gezmesine gidilse bile ellerinden telefonu bırakmıyorlar. Tek suçlu telefon mu? Teknoloji mi? Ah o güzel insanlar tekrar geri gelseydi, yine böyle mi söylenirdi? Kötü insanlara denk gelecekler ve başlarına hiç istenmeyen durumlar gelecek diye, haklı olarak, hep gözetim altında özgür tutabildiğimiz çocuklarımız mutlu mu? Bizim zamanımızın güzel olan şartları günümüz çocuklarında da olsa durum böyle olur muydu? Oyun alanlarına koca koca binaları dikmeseydik. Bilmediğimiz yüzlerce tahammülsüz insan o evlere yerleşmeseydi. Hayat şartları bu kadar zorlaşmasaydı ve insanlar çalışmak dışında da, mutlu olabilecekleri işlere zaman dilimi ayırabilseydi.

Masal gibi değil mi?

Saat ve süre kısıtlaması koyanlarımız da mevcut bu teknolojik aletler için. Bi nebze içimizi rahatlatıyor. Yine de suç hep telefonlarda, tabletlerde bilgisayarlarda ve oyunlarda diyoruz ama biz onlarsız yaşayamıyoruz. Onlar kadar suçlu olan bir şey daha var " kötü insanlar"... Tek başına sokağa çıkmamalısın! -Sakın kuytu yerlerde saklanma, -Ailemiz dışındaki yabancılarla yardım talebinde bulunsalar bile konuşma! -Sakın kimsenin evine gitme! -Bilmediğimiz kişilerle arkadaşlık etme! -Kimsenin verdiği bir gıdayı yeme! -Marketlerden katkılı ve zararlı olanları alma! -Sürekli temiz ve hijyenik ol. Sakın kirlenme! -Gözümüzün önünden uzağa gitme! -Kimseye kapıyı açma! -Hasta olursun terleme! -Koşma, düşme, yaralanma! Bu ve buna benzer cümleleri bazen tatlılıkla, bazen sebebiyle, bazen örnekleriyle ne çok kullanıyoruz evlatlarımıza. Şimdi düşünsenize; Yatağın içinde geriniyorsunuz, esniyorsunuz. Sabah olmuş, sobanın sıcaklığı hissediliyor, kömürün kokusu hafiften yayılmış. Mis gibi tereyağı ve ekmeğin kokusu geldi. Ninemiz erkenden kalkmış çaydanlığı sobanın üzerine koymuş. Soba maşasının üzerine ekmekleri diziyor. Tepsiye kendi yaptığı ayva reçeli, peynirini ve zeytini de koymuştur kesin. Oh iyice gerindik, elimizi yüzümüzü yıkamaya giderken televizyondan ses geliyor. Demek ufaklık da uyanmış." Gölgelerin gücü adına, güç bende artık." Kahvaltı neşe ile yapıldı. Ninemiz köşesine örgüsünü örmeye çekildi, ufaklık önlüğünü montunu giydi çantasını taktı okula gidiyor. Evin annesi, evin babasını dualarla işe uğurladı ve kahvaltılıkları mutfağa taşıyor.

O da ne, üst kattaki komşu Gülseren, oklava ile yere 3 kez vurdu. Bu " balkona çık " demek. İletişimler böyle mesajlarla yapılıyor komşular arasında. Evin annesi balkona koşup, üst kata bakıyor. " Günaydın komşum, akşam için sadece kek yap. Ben yemek yapacağım. Bizde yeriz hep beraber. Çayın yanına sen sadece kek yap, bize gelin." Ne çabucak akşam oldu. Bol sohbetli yemek, çaylar içildi, bidaha demlendi bile.

Erkekler haberlere kulak kesildi siyaset tartışıyor. Çocuklardan şen kahkahalar yükseliyor. Çarşafları koltukların üzerine geçirmişler çadır yapıyorlar. Mutluluk bulaştı yine herkese, nine bile köşesinde örgüsünü örerken gülümsüyor. Ayyy pardon daha yazmak isterdim yüzünüzde o tebessümü hmek bile mutluluk verici ama devam edemeyeceğim hayâl bu kadar bitirmem lazım telefonum çalıyor.

Sevgiler...

 

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Tüm Yazıları